Şirketler nefes almakta zorlanıyor! Konkordato başvuruları rekor kırdı
- Yüksek faiz, krediye erişim zorluğu ve artan maliyetler, reel sektördeki kırılganlığı derinleştirdi. Tekstil, inşaat ve mobilya gibi lokomotif sektörlerde birçok firma konkordatoya başvurdu. Yılın ilk yarısında konkordato başvuruları geçen yıla göre yüzde 236 arttı.
- Konkordato ilan eden bir firma, sadece kendi ayakta kalma mücadelesi değil; tedarikçisinden fason üreticisine kadar tüm ekosistemi riske atıyor. Ödemesini alamayan yan sanayi firmaları da birer birer konkordato sürecine sürükleniyor. Uzmanlar bu gidişatı “sessiz bir batış” olarak tanımlıyor. En kırılgan halkada ise küçük ve orta ölçekli işletmeler var.
- Cnbce.com’a konuşan İstanbul Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Öksüz ve İstanbul Mobilya, Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçılar Birliği Başkanı Erkan Özkan şirketleri tekrar ayağa kaldırmak için çözüm önerilerini paylaştı. Kocaeli Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özgür Bayram Soylu da konkordato sisteminin hukuki olarak işleyişini anlattı.

Enflasyonla mücadele kapsamında uygulanan sıkı para politikası, özellikle yüksek faiz ortamı ve krediye erişimde yaşanan kısıtlar reel sektördeki kırılganlıkları derinleştirdi. Finansmana ulaşamayan, döviz ve girdi maliyetleriyle baş edemeyen birçok şirket için ayakta kalmak daha da zor hale geldi. Bu baskı, konkordato ve iflas başvurularında çarpıcı artışlara neden oldu. Yılın ilk 6 ayında geçici mühlet kararı verilen firma sayısı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 108 artarak bin 259’a çıktı. Oysa geçen yıl bu sayı yalnızca 605’ti. Kesin mühlet kararı ise yüzde 236 artış göstererek 822’ye ulaştı. Konkordato talebi reddedilen şirket sayısı da dikkat çekici biçimde arttı; geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 95 yükselerek 333’e çıktı. İflas kararlarında da benzer bir eğilim gözlendi. Aynı dönemde iflasına karar verilen şirket sayısı yüzde 101 artışla 553’e ulaştı. En fazla konkordato ilan eden şirketlerin başında tekstil, inşaat ve mobilya geliyor. Cnbce.com’a konuşan İstanbul Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Öksüz ve İstanbul Mobilya, Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçılar Birliği Başkanı Erkan Özkan şirketleri tekrar ayağa kaldırmak için çözüm önerilerini paylaştı.
“Fason üretici firmalar ciddi risk altında”
İstanbul Tekstil ve Hammaddeleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Öksüz, "Konkordato taleplerindeki artış, sektörümüzdeki maliyet baskısının ve finansman erişim zorluklarının bir yansıması" dedi. Özellikle son 2 yıllık süre içinde döviz kurunun enflasyonun gerisinde kalmasının, iş gücü ve enerji maliyetlerinin katlanarak artmasının, üreticileri sürdürülemez bir mali yapı ile karşı karşıya bıraktığını, özellikle tekstil sektöründe rakip ülkelerle fiyat rekabetinin günden güne zorlaştığını belirten Öksüz, bu durumun firmaların dönem dönem zararına üretim yapmalarına neden olduğunu, dolayısıyla da finansal dengelerin bozulduğunu, konkordato başvurularında ciddi bir artışı da beraberinde getirdiğini ifade etti. Konkordato riski açısından özellikle hazır giyimde fason üretim yapan, finansal yapısı ve öz sermayeleri güçlü olmayan firmaların daha kırılgan durumda olduğuna işaret eden Öksüz, "İplik ve kumaş gibi ürün gruplarımızda ise fiyat rekabeti çok yüksek; bu segmentte faaliyet gösteren firmalar hem maliyet hem de kur baskısı nedeniyle ciddi bir darboğazda" dedi. Firmaların en çok zorlandığı alanların başında yüksek iş gücü maliyetleri, enerji fiyatlarındaki artış ve krediye erişim zorluklarının geldiğine dikkat çeken Öksüz, Türkiye'de son birkaç yılda asgari ücretin işverene maliyetinin, enflasyon ve kurdaki değişim oranlarının çok üzerinde olduğunu, ayrıca tekstil sektöründe çalışanların çoğunun asgari ücretin üzerinde maaş aldığını, bu durumun da gerçek maliyet baskısını daha da artırdığının altını çizdi. "Aynı zaman da bankaların yüksek faizli kredi politikaları firmaların krediye erişimini zorlaştırıyor" ifadelerini kullandı. Konkordato ilanlarındaki artışların sadece bireysel firmaların değil, tüm sektörel ekosistemin geleceğini tehdit ettiğini, Türkiye'de yaklaşık bir milyon kişiye doğrudan istihdam sağlayan tekstil ve hazır giyim sektörünün ülke ekonomisinin bel kemiğini oluşturduğuna dikkat çeken Öksüz, "Bir firmanın konkordato ilan etmesi; ham madde tedarikçisinden yan sanayiye, fason üreticiden lojistiğe kadar çok sayıda şirketin ödeme alamayarak mali sıkıntıya düşmesine yol açıyor" dedi. Bu zincirleme etkinin hem istihdamda ciddi kayıplara hem de üretim kapasitesinin düşmesine neden olduğunu belirten Öksüz, ihracat açısından da benzer bir riskin söz konusu olduğunu söyledi. Tekstil hammaddeleri sektörünün ihracat hacminin korunabilmesi ve artırılabilmesi için üretim zincirinin tüm halkalarının ayakta kalmasının şart olduğunun altını çizen öksüz, "Tekstil sektörümüz olmadan hazırgiyim, hazırgiyim sektörümüz olmadan tekstil sektörümüz güçlü olamaz. Dolayısıyla konkordato ilanlarının artışı, sadece bugünümüzü değil, uzun vadeli ihracat hedeflerimizi ve sektördeki istihdam gücünü de doğrudan tehdit ediyor" değerlendirmesinde bulundu.
“Sadece KOBİ’ler değil, büyük firmalar da desteklenmeli”
Çözüm önerilerinde bulunan Öksüz, orta ve büyük ölçekli firmaları da kapsayacak şekilde finansal destek mekanizmalarının genişletilmesi gerektiğini, KOSGEB’in İstihdamı Koruma Destek Programının kapsamının artırılmasını belirtti. KOSGEB tarafından oluşturulan programın yalnızca KOBİ'leri içerdiğini, ancak sektörde istihdam yükünü oluşturan firmaların KOBİ ölçeğinde olmadığını, dolayısıyla da söz konusu desteğin büyük ölçekli firmaları da kapsayacak şekilde genişletilmesi gerektiğine dikkat çeken Öksüz, tüm bunların yanı sıra “2024 yılının son 3 ayındaki SGK prim gün sayısının 2025 yılında korunması” şartının “2025 yılında destekten yararlanmaya başladığı tarihteki fiili istihdam sayısının esas alınacağı” şekilde değiştirilmesi gerektiğini söyledi. Öksüz, kur baskısının en aza indirecek ihracatçılara özel finansman modelleri sunulmasını ve enerji maliyetlerinin dengeleyici destek paketlerinin hayata geçirilmesinin önemine dikkat çekti. Mevcut sistemin, bankaları ve konkordato alan firmayı koruduğunu ancak diğer alacaklıları mağdur ettiğini belirten Öksüz, konkordato ilan eden firmaya karşı bankalar hariç kimsenin ticari alacaklarını alamadığını söyledi. "Bankalar zaten kendilerini garanti altına almış durumda. Olan piyasadaki diğer alacaklılara oluyor ve bu durum sektörde domino etkisi oluşturarak zincirleme problemlere yol açıyor. Ana firma korunurken, alacaklı şirketler ödeme alamadığı için mali sıkıntıya giriyor ve bu defa alacaklarını tahsil edemeyen firmanın konkordato süreci başlıyor" diyen Öksüz, bu nedenle özel sektör alacaklarının da güvence altına alınması gerektiğini belirtti. Böylece Bu nedenle özel sektör alacakları da güvence altına alınmalıdır. Böylece konkordato ilan eden firmanın tedarikçilerinin de korunacağının altını çizdi.
Mobilya sektöründe alarm: Küçük firmalar en kırılgan halkada
İstanbul Mobilya, Kağıt ve Orman Ürünleri İhracatçılar Birliği Başkanı Erkan Özkan da son bir yıl içinde ekonomik koşulların getirdiği zorlukların sektörde faaliyet gösteren birçok firmayı finansal anlamda baskı altına aldığını söyledi. Bu durumun özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerde konkordato başvurularında gözle görülür bir artışa yol açtığını ifade eden Özkan, "Bu gelişme, doğrudan üretimi etkilediği gibi, tedarik zinciri ve istihdam üzerinde de olumsuz etkiler yarattı. Birçok firma üretim kapasitesini düşürmek ya da faaliyetlerini geçici olarak askıya almak zorunda kaldı. Bu tablo, sadece firmaların değil, aynı zamanda çalışanların da ekonomik anlamda ciddi bir belirsizlikle karşı karşıya kalmasına neden oldu" değerlendirmesinde bulundu. Sabit kur ve yüksek faiz oranlarının işletmelerin maliyetlerini artırdığını, iç piyasada yaşanan talep daralmasının da birçok firmayı zor durumda bıraktığını, bununla birlikte sektöre özgü bazı yapısal sorunların da bu tabloyu ağırlaştırdığına dikkat çeken Özkan, Özellikle ölçek ekonomisine ulaşamayan küçük işletmelerin rekabet gücünün zayıf olmasının, dijitalleşmenin ve verimlilik yatırımlarına yeterince kaynak ayrılamaması gibi konuların, firmaların kriz anlarında dayanıklılığını azalttığının altını çizdi. Tahsilat zorluklarının da işletmelerin nakit akışını sekteye uğratarak bu tür süreçleri tetiklediğini dile getirdi. "Birlik olarak, zor dönemden geçen firmaların yanında durmak ve onları yalnız bırakmamak temel önceliğimiz" diyen Özkan, bu çerçevede özellikle kurumsallaşma, dijital dönüşüm, yeni pazarlara erişim gibi alanlarda firmalara yönelik eğitim ve mentorluk faaliyetlerini artırdıklarını söyledi. Firmaların bu süreçte kendilerini yeniden değerlendirmeleri, kaynaklarını daha verimli kullanmaları ve ihracat odaklı büyüme yönelmelerinin oldukça kritik olduğunu ifade eden Özkan, ayrıca benzer sorunlarla karşılaşan firmaların bir araya gelerek deneyim paylaşımı yapmalarının, URGE projeleriyle proje bazlı ihtiyaç analizlerine, eğitim, danışmanlık, tanıtım, istihdam, yurt dışı pazarlama veya alım heyeti ve bireysel danışmanlık programlarının birbirine bağlı bir şekilde uygulanabilecek bütünleşik bir destek mekanizmasına başvurabileceklerini dile getirdi. "Genel olarak baktığımızda, bu süreçten en çok etkilenen kesim KOBİ'ler gibi gözükse de, sadece küçük işletmelerin değil, bazı büyük firmaların da zorluklar yaşadığını görüyoruz" diyen Özkan, özellikle son yıllarda hızlı büyüme gösteren, ancak yeterli mali ve operasyonel dengeyi sağlayamayan firmaların da finansal baskılar altında kalabildiğine dikkat çekti. Bununla birlikte, KOBİ’lerin çoğunun krizlere karşı daha kırılgan bir yapıda olmasının, bu firmaların daha erken ve sert etkilenmesine neden olduğunu, ortak özellikler arasında sermaye yetersizliğinin, düşük finansal esneklik ve sınırlı dış pazar tecrübesi olduğunu ifade etti.
Peki konkordato süreci nasıl işliyor ve mevcuttaki sistem ne kadar verimli işliyor? Bu soruların yanıtlarını Kocaeli Üniversitesi İktisat Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özgür Bayram Soylu verdi. Cnbce.com’a konuşan Soylu, 2024’ün ortasından bu yana konkordato ilan eden şirket sayısındaki artışın artık yalnızca bir istatistiksel veri değil, sessiz bir batışın toplu yankısı haline gelmiş bir durum olduğunu belirtti. Soylu, yılın ilk 6 ayında 2 bini aşkın firmanın başvuru yaptığını hatırlattı. Konkordato başvuruların belli sektörlerden değil, hemen hemen her alandan geldiğine dikkat çeken Soylu, bu durumun piyasanın doğal akışıyla değil, ekonomik kararların ve yapısal sorunların sonucu olarak ortaya çıktığını vurguladı. Yüksek faiz politikalarının reel sektör üzerinde ciddi baskı yarattığını belirten Soylu, firmaların üretmek, stok yenilemek istese dahi yüzde 50'in üzerindeki kredi faizleri nedeniyle sürdürülebilir bir borç yönetimi yürütemediğini, finansmana erişim zorluğu ve talep daralmasının şirketleri adete konkordatoya sürüklediğine işaret etti.
Konkordato süreci nasıl işliyor?
Konkordatonun şirketlerin iflasa sürüklenmeden önce yargıdan talep ettikleri bir tür zaman kazanma mekanizması olduğunu belirtti. Soylu, konkordatonun bir işletmenin ekonomik olarak iflasın eşiğine geldiği noktada, geçici bir yasal koruma süreciyle borçların yeniden yapılandırmasına imkan tanıdığını, bu yönüyle de konkordatonun iflas değil ama iflasın hemen öncesi olduğunu söyledi. Peki konkordato süreci nasıl işliyor? Doç. Dr. Soylu bu süreci şöyle açıklıyor: “Mahkeme, başvuruyu samimi bulursa şirkete önce 3 aylık geçici bir koruma süresi tanır. Bu süre gerekirse 2 ay daha uzatılabilir. Bu aşamada konkordato komiseri görevlendirilir ve şirketin mali yapısı detaylı biçimde incelenir. Eğer şirketin toparlanma ihtimali varsa, bir yıllık kesin mühlet kararı verilir. Bu süre zarfında borçlar yapılandırılır, alacaklılarla ödeme planları üzerinde mutabakat aranır.” Soylu’ya göre bu noktada sürecin yalnızca borçlu şirketin değil, alacaklıların da onayıyla ilerlemesi kritik. Alacaklıların bu sürecin bir parçası olduğunu vurgulayan Soylu, şirketin sadece zaman kazanmak için konkordatoya başvurduğuna karar verilmesi halinde mahkemenin doğrudan iflas kararı verebileceğini ifade etti. Bazı şirketler için konkordatonun alışkanlık haline geldiğine dikkat çeken Soylu, “Son yıllarda bazı şirketlerin bu yasal korumayı kötüye kullandığı yönünde ciddi tartışmalar var. Borçları ötelemek, yükümlülüklerden kaçmak için bir araç olarak kullanılması, sistemi zayıflatıyor” değerlendirmesinde bulundu. Konkordato sayılarındaki artışın yalnızca şirketlerin değil, tüm ekonominin yoğun bakımda olduğuna işaret eden Soylu, konkordatodaki artışlara sadece hukuki değil, ekonomik, etik ve denetim boyutlarıyla bakmanın şart olduğunun altını çizdi. Konkordato ilanlarının yalnızca şirketleri değil, çalışanları da mağdur ettiğine dikkat çeken Soylu, özellikle üretim hattındaki işçiler için bu sürecin çoğu zaman belirsizlik ve tedirginlikle karşılandığını söyledi. Şirketler için borç yapılandırması anlamına gelen konkordatonun, çalışanlar için maaşların gecikmesi, işini kaybetme riski dolayısıyla da artan geçim sıkıntısının baş gösterdiğini dile getiren Soylu, konkordato sürecinde çalışanların mağduriyetini önlemek adına mevcut uygulamaların yetersiz kaldığını ifade etti. “Her ne kadar Ücret Garanti Fonu kapsamında bazı ekonomik haklar korunmaya çalışılsa da bu fonun kapsamı sınırlı. Kıdem ve ihbar tazminatlarını da kapsayacak şekilde genişletilmesi değerlendirilmeli. Ayrıca, konkordato komiserlerinin yalnızca şirketin bilançosunu değil, çalışanların emek haklarını da gözetmesi gerekir" dedi. Hızlandırılmış işçi alacağı ödeme sistemi benzeri yeni mekanizmaların artması gerektiğinin önemine dikkat çekti.
Kurtarma aracı mı, kalkan mı?
Konkordato sisteminin uygulamaya alınırken iyi niyetle tasarlanmış bir kurtarma aracı olduğunu belirten Soylu, uygulamanın yıllar içerisinde tartışmalı bir hale geldiğine dikkat çekti. Soylu, sürecin konkordato komiserleri eliyle yürütüldüğünü ancak bu alanda ciddi denetim eksikliklerinin bulunduğunu, yargı süreçlerinin yavaş işleyişi ve alacaklıların sürece geç dahil edilmesi gibi sorunların etkinliği zayıflattığını vurguladı. Soylu, konkordatonun bazı şirketler tarafından suistimal edildiğine dikkat çekerek, “Yıllarca borcunu ödemeyen bazı firmalar, konkordato ilan ederek bu durumu sürdürmeye çalışıyor. Kimileri ise alacaklılarını sürecin dışına iterek yasal koruma kalkanı kazanıyor” değerlendirmesinde bulundu. Bu durumun sistemde ciddi zafiyetler yarattığını belirten Soylu, bağımsız mali denetim zorunluluğunun, komiserlik kurumunun profesyonelleştirilmesinin ve alacaklıları koruyacak mekanizmaların güçlendirilmesinin artık zorunlu hale getirilmesi gerektiğini, şeffaflık ve etkin denetimin ekonomik sistemde güvenin yeniden tesisi açısından büyük önem taşıdığının altını çizdi. Konkordato başvurularının yalnızca bazı firmaların kötü yönetimiyle açıklanamayacağını vurgulayan Soylu, “Bu başvurular, makroekonomik politikaların birikmiş yan etkileridir. Yatırımcılar artık yarının cevabını alamadıkları bir ortamda hareket ediyor. Bu da konkordato başvurularının geçici bir sapma değil, reel sektörün son nefes çabası olduğunu gösteriyor” dedi. Sistem yoğun bakıma alınmışken zaman kaybetmeden güven, kaynak ve talep desteği sağlanması hayati önem taşıyor. Konkordato başvurularındaki dikkat çekici artışın geçici bir durum olmadığını savunan Soylu, bu tabloyu daha derin bir ekonomik sorunun yansıması olarak nitelendirdi.